Doğu’nun da Batı’nın da Ortak Meselesidir Hüzün

Felsefe bölümü mezuniyeti, metin ve köşe yazarlığı… Yazı hayatınızın neresindeydi? Nasıl bir ilişki aranızdaki?

Hayata yazı yazmak için gelenlerden değilim. Ancak kaderin cilvesi, bugüne kadar yaptığım işlerin neredeyse tamamında yazmak durumunda kaldım. Mesela yerel bir gazeteye reklam koordinatörü olarak girdim, kendimi reklam metinleri yazarken buldum. Bir belediyenin basın bürosunda yazıyla ilgili olmayan bir işte çalıştım. Belediyenin bültenlerini, tanıtımlarını, haber metinlerini yazarken buldum kendimi. Yazı, hayatımın hep bir köşesinde durdu. Son zamanlarda bu işle biraz daha müşerref oldum sayılır. Yazma kabiliyeti olanın değil de söyleyecek sözü olanın yazması ve okunması gerektiğine inanırım. Edebiyatçıların yazacak pek çok şeyleri vardır ama düşünce bağlamında söyleyecekleri pek az şey bulunur. Hani Fuzuli der ya “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır.” Filozoflarınsa söyleyecek çok şeyleri vardır ama onlar da çoğunlukla iyi birer yazar, iyi birer konuşmacı değildirler. Bu iki topluluk arasında orta bir yol olduğunu düşünüyorum. Felsefeyle yazı ilişkisi bu bağlamda hayatımda önemli bir yere sahip.

 

 

Geçtiğimiz aylarda Dervişin Teselli Koleksiyonu’nu çıkardınız. İlk tepkiler nasıldı?

Kitabı “çıkmazdakilere” ithaf etmiştim. Merak ettim şuydu: Gerçekten çıkmaza girmiş biri üzerinde kitabın nasıl bir etkisi olacaktı? Psikiyatrik ilaç tedavisi gerektiren durumları saymazsak, telkin ve terapiyle düştüğü durumdan çıkma imkanı olan her insana yetecek bir eser hazırladığıma inanıyordum. Bunun için teselli bağlamında mana büyüklerinin en çarpıcı yaklaşımlarını, filozofların çökmüş bir insan zihnini dürtükleyen ve onu ayağa kaldıran açıklamalarını malzeme olarak kullanarak hedefime ulaşmaya çalıştım. Etrafımdaki kederli insanların kitabı okuduklarında, o yeniden başlama duygusunu, hayatı yeniden inşa etme heyecanını kazanmış olduklarını görerek mutlu oldum. Kitap gerçek manada çıkmaza girmiş üç beş kişinin elinden tutabilir, onlara yaşam yolunda birer adım attırabilirse kendimi bahtiyar sayarım ve hedefime hayli hayli ulaştığımı düşünürüm.

 

 

Bu kitabın çıkış noktası ne oldu? Yazım sürecinde nasıl bir yol izlediniz?

Ben bir kitapevine girdiğimde orada on binlerce kitap olduğunu bilsem de, bilgi veren kitaplarla huzur veren kitapları ayırırım. Orada benim yaralarıma merhem olacak mutlaka bir kitap olduğunu bilir, onu aramaya koyulurum. Onu bulamasam da ihtimal dahilindeki varlığı bana güven verir. Teselli meselesinden arındırılmış, huzur verme gayesi taşımayan bir kitap, benim dünyamda enformasyondur, dokumandır, belki lüzumludur ancak kitap değildir. Matbaadan çıkmış olan kitap görünümlü her şeye kitap olarak bakmıyorum. Arapça’da kitap kelimesiyle mektup kelimesi aynı kökten gelir. Hiçbir enformasyon kitap değildir, çünkü enformasyon, mektup olmaktan alabildiğine uzaktır. Her mektup bence bir kitaptır, isterse yarım sayfa olsun, isterse zarfına giremeden yırtılıp atılmış olsun.

İnsanların hiç olmadığı kadar sıkıntılı bir yaşam sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar kederlerini, acılarını neyle dindirecekler? Alkol, uyuşturucu veya zararlı bağımlılıklar acıları bastırmakta yoğun olarak kullanılıyor. İnsanların ruh dünyası açısından zararsız bir ağrı kesiciye ihtiyaç duydukları muhakkak. Bugün ister edebi alanda ister sanatın diğer dallarında olsun insanın kalbindeki ağır yükleri hafifletecek eserlere ihtiyaç var. Dervişin Teselli Koleksiyonu, kendi içinde bir teselli koleksiyonu oluşturdu ve son yıllarda yayınlanan ümit ve teselli odaklı kitaplar arasında yerini aldı. Bu kitap öncelikle benim kendi ihtiyacımdı. Her insanın ihtiyacı, insanlığın ihtiyaçlarının bir izdüşümü olduğuna göre, başkalarının da bu kitapla kendi kederlerini dindirebilmeleri mümkün görünüyor.

 

 

Peki, teselliden kastınız neydi? Okura unutturmaya çalıştığınız bazı şeyler mi var?

Arapça’dan gelen ‘teselli’ kelimesinin unutturma, akıldan çıkarma, gönül alma anlamlarına geldiğini görüyoruz. Bu üçüncü anlam bana göre daha etkin. Teselli etmek, bizde de gönül almak anlamında kullanılır daha çok. Ancak kastım zihni, düşünceler yoluyla uyuşturmak değil uyandırmaktı. Çünkü acı karşısında kendini uykuya bırakan zihin eninde sonunda uyanacak ve acı gerçeğin daha büyümüş bir haliyle yüzleşecek. Benim aradığım teselli, çekilen acıya bir başka açıdan bakabilmeyi içeren ve kalıcı bir rahatlama hissini beraberinde getiren bir kavram. Dervişin Teselli Koleksiyonu doksan dokuz bölüm halinde aynı acıya doksan dokuz açıdan bakabilme antrenmanı aslında. Okur, farkında olmadığı, kendisine özel rahatlatıcı bakış açısını keşfettiğinde rahatlayacak ve ferahlamakla kalmayıp çözüme doğru yönlenecektir diye düşünüyorum.

 

 

KEDER EVRENSELDİR

 

Kitapta Yunus Emre’den Sokrates’e, İbn Arabi’den Tanpınar’a kadar birçok önemli ismi bir araya getiriyorsunuz. Tam olarak neyi anlatmak istediniz?

 

Mevlana’da beni diriltecek satırlar, beni düştüğüm kuyudan çıkaracak yaklaşımlar vardır. Arabi’nin Füsus’unda da bunlar mevcuttur. Ama bu demek değildir ki Sokrates’te, Platon’da, Hegel’de, Kant’ta, Spinoza’da böyle yaklaşımlar yoktur. Hayır, elbette var, hem de çok etkili olarak vardırlar. Mürekkeplerini damarlarından akan kan gibi yürekten kullanmış olanlara ne demeli? Dostoyevski’de, Cibran’da, Rilke’de, Tanpınar’da, Geothe’de kararmış ruh halimizi aydınlatacak öyle bölümler vardır ki, oralara geldiğimizde kendimizi bir evliyanın divanının satırları arasındaymış gibi hissederiz. Bir acısı olan her insanın, ki herkesin mutlaka bir acısı vardır, tasavvufun ve felsefenin derinliklerinden uzanan bu ellere ihtiyaç duyacağı muhakkaktır.

 

Doğu’nun da Batı’nın da ortak meselesidir hüzün. Bugün bir Avusturalya’daki bir ailenin sorunlarıyla, Arabistan’daki bir ailenin yaşadıkları çok benzerdir. Eşiyle sorunu vardır, çocuklarıyla vardır, hastadır, evladını kaybetmiştir… Bu insanların kendileri değilse de acıları akrabadır. Bunu hazlar için söyleyemeyiz. Bir Sudanlının lüks bir evden aldığı haz, onun eve yüklediği tarihsel anlamın farklılığından dolayı bir İngiliz’inkinden farklı olabilir. Ama dişimiz ağrıdığında dünyada dişi ağrıyan herkesle benzer bir duygu taşırız. Keder evrenseldir. Filozofların tesellilerinin evliyaların tesellileri kadar etkili olduklarını gördüm. Seneca’nın söyledikleri, Muhyiddin Arabi’nin keder konusunda söylediklerinden eksik kalır bir yanı yok. Kant ve Hegel neredeyse Mevlana kadar ustalaşmaya başlıyor konu insan ve onun hüzünleri olunca… Basit bir örnek vereyim. Mesela Nietzsche diyor ki “Dünyaya zaman sona ermiş gibi bakın, bükülmüş olan her şey size düz görünecektir.” Ben bu cümleyi bir konferansta yanlışlıkla Mevlana’nın sözü diye aktarsam, karşımdakiler Mevlana uzmanı değillerse, kimsenin beni uyaracağını, bu söz Mevlana’nın sözüne benzemiyor, diyeceğini sanmıyorum.

 

 

Kitabı okuyan herkes derviş değil. Hitap ettiğiniz özel bir manevi çevre olmadığına göre, “derviş” burada bir metafor muydu?

Herkesin kendi çapında bir seyri süluku, manevi yolculuğu olduğunu düşünenlerdenim. Allah’a giden yolda olmayan yoktur, insanların kimi hızlı kimi yavaş, kimi de tersine gitse de yollar Allah’a çıkmaktadır. Kur’an tekrarla “Hepiniz Allah’a döndürüleceksiniz” dediğine göre, istisnası yoktur bu durumun. Bu anlamda dervişliğinin farkında olan var, olmayan var. Ben kitabın muhatabı olan yaralı gönülleri ararken bu sembolü kullandım. Çünkü bir derdi olan herkesin maneviyata karşı bir ilgisi vardır. Keder bence kendi başına dini bir kavramdır ve eninde sonunda manevi bir çözülüme muhtaçtır. “Derviş” kelimesi bu sebeple kitabın davetkâr bir kelimesi olarak başlıkta yer aldı. Kimin onu okuyacağını kitabın kendi seçmiş oluyor bu sembol sayesinde.

 

 

Neden “koleksiyon”?

İngilizce’de toplamak anlamında collect fiili var. Kur’an kelimesinin manalarından biri de “toplayan”. Ben teselli içeren yaklaşımları gerek yazarlardan gerekse filozof ve alimlerden derlemeye başladığımda bunu en çok ifade eden kelimenin koleksiyon olduğunu fark ettim. Koleksiyonda hoşunuza giden de olur, gitmeyen de… Kitabın içerisindeki doksan dokuz bölümden okurları çok etkileyen bazı bölümler olabileceği gibi bazı insanların halet-i ruhiyeleri gereği pek ilgisini çekmeyen bölümler de olabilir. Veya aynı teselli bugün etki göstermez ama yarın etkiler… Buna bir “derleme” mi demeliydik? Ancak derlenen her faktörün izah ve şerhi yapıldığından, birleştirme, ayrıştırma, kaynaştırma gibi süreçlere tabi tutulduğundan dolayı buna bir derleme denemez. Koleksiyon daha kapsayıcı bir başlık…

 

 

Siz en çok kimi, neyi okursunuz?

Takvim yaprağı da benim okuma alanıma girer, bir yolculukta rastladığım tanıtım broşürleri de… Bazen bir kitapçıya girer, ilgi alanım olmayan kitapların rafına yaklaşır, adını sanını bilmediğim yazarların kitaplarından rastgele bir yer açıp birkaç paragraf okurum. Kitapçıya her girişimde bu rastgele okumaları toplasanız bazen beş on sayfayı bulur. Bir taraftan gelişigüzel bir okuma trafiğim var. Diğer taraftan yaptığım dikkatli ve düzenli okumalarım… Mesela Tanpınar’ın her satırını dikkatle okurum. Haşim’in satırlarının altını çize çize, Sabahattin Ali’yi hissede hissede okurum. Klasik İslam Külliyatlarının çoğu okuma programımda ya vardır ya da sırası gelecektir. Kafayı dağıtmak istediğimde felsefe okurum. Aynı anda dört-beş kitabın hepsinden biraz ilerleyerek okuduğumda zihnimin ve algılarımın daha fazla beslendiğini hissediyorum. Bunu son yıllarda fark ettim.

 

 

Yakın zamanda ne gibi projeleriniz var?

Şu an Yusuf suresinde geçen “tevil-i ehadis” kavramı üzerine çalışıyorum. Bu, rüyalar nasıl tabir ediliyorsa, olayların da tabir edildiği bir ilim türü. Başımıza gelen olayların bir sonraki sahnede yaşayacaklarımızla nasıl bir bağlantı içerisinde olduğuna dair bir kavram… İşin altından kalkıp kalkamayacağımdan emin değilim. Hiç açılmamış, gündeme hiç gelmemiş bir mesele. Bazı alimlerimizin eserlerinde satır aralarında saklı kalmış sadece. Şimdilerde onları bulup çıkarmaya, derlemeye ve aktarmaya uğraşıyorum.

 

Kitap dışında çeşitli dergilerde öyküleriniz de yayınlanıyor. Öykü yazmak nasıl bir keyif veriyor? Ya da öykü mü kitap yazarlığımı desek?

Öykünün kendi içinde özel bir bütünlüğü var. Hayat orada bir bütünlük içerisinde yeniden kurulabiliyor. Oysa çoğumuzun yaşadığı hayat yarım, yarı buçuk… Kemaline ermiş bir öykü okumak veya yazmak, benim açımdan eksikliklerin tamamlandığı anlamına geliyor. Vaktim geniş olsaydı öyküyü tercih ederdim.